Bu bir tablonun, en can alıcı noktasında yer alan gizlenmiş acıydı. Kuytuda köşede kalmıştı fakat realist bakıştaki derinlik, sembolist düşüncede bir ağacın yapraklarıydı. Renk açısından pastel tonlardan uzak, zifiri bir karanlığa yakındı. Derinlemesine bakmasan göremezdin. Gördükten sonra, anlam yükleme gayretine girmesen hissedemezdin. Bir yanı hep garipti. Bir yanı ise yalnızlıkla boğuşma içinde tablo bütününe uymaya çalışırdı. Bu tablo yaşamını anlatıyordu. Soluklanıp, dinleneceği bir zaman aralığı bırakmayan, nefes nefese bir zorluğun üstesinden gelen hayatını… Tuttuğunu koparan denemezdi belki ama yaşamayı kuralların bazen dışına çıkarak beceren, bu ellerden başkası olamazdı. Elleri, kutsanmış bir suyun bir yudum içilmesine avuç oluyor, bazense göğe isyanını bu ellerle yapıyordu.
Bazen de diz çöküyor ve isyanını; toprağı bu ellerle döverek, avuçlayarak, tırmalayarak dile getiriyordu. Bunu; betondan arta kalmış, şehrin çevresinde ve çeperlerinde gitgide azalmış, yalnız kaldığı her anda çok sıkça yapıyordu. Keza iş yeri şehir merkezinden uzak, epeyce de bir zaman alıyordu. İçinde birikmiş olan, onca yorgunluğu, onca kızgınlığı potansiyel bir sistem karşıtlığına denk geliyordu. Ağzını açsa suç sayılacak cümlelere sahipti. Sus pus, sinmiş ve öylece bir köşede kabuğuna çekilmişti. Bundan bir adım ötesi bağlanan kollar, kapatılan gözler demekti. Bu yüzden konuşmak, dertleşmek, içinden ne geliyorsa söylemek için toprak iyi bir seçimdi.
Toprak, koskoca bir yüreğe sahip candı. Ne dense de, ses etmeden bunları bir bilge yüceliğiyle dinleyip yutardı. Bir tohumdan başaklar çıkaran, beklenen, özlenen, yol gözlenen, umutla heyecandı. Kaybettiklerimize sorgusuz sualsiz kucak açan, tüm canlıları bir anne edasıyla sıcacık tebessümle karşılayan hep topraktı. Şimdi ona siteminde, isyanında haksızdı demek yanlış olurdu. Bu düzende haklılık payı hep vardı.
Çektiklerinin, dert edindiklerinin, yüreğine ateş düşürüp her noktasından defalarca parçalayan kaybettiklerinin, haksızlıkların, pervasızlıkların, adaletsiz dünya düzenine mahkum olanların ardı sıra bir şeyler demesi de lazımdı. Demese, yedi yabancı tarafından dahi ayıplanırdı. O sorumluluk gözeten, harika… acılar içinde kavrulmuş olsa da sevgi dolu yüreği ve vicdanı sorgulanırdı.
Seneler nede çabuk geçmişti. Bunca yaşadıkları onu derinden etkilemişti. Tablo da acılarıyla bu kadar ufak bir alan işgal etmesindeki temel sebepte buydu. Zamanı tüketmeyle yaklaşılan sonda, kontrolümüzde olan alanların azalması kaçınılmazdı. Renkler bir bir karanlığa doğru kayboluyor, gri tonlardan siyaha dönüyordu. İsyankarlığının temeli, bağırması, çağırması hedefleriyle örtüşmeden tükenen zamandı. Seneler, gözlerinin önünden o hiç fark etmeden, geri dönüşü olmayan küstah bir ifadeyle akıp gidiyordu.
Oysaki gençliğinde; tüm değerlerini gözettiği ve önemsediği iyi bir devrimciydi. Paylaşımı, eşit yaşam koşullarını dilinden ve yediği bir dilim ekmekten eksik etmezdi. Elinde sürekli bir kitap bulunurdu. Evde de her yer kitap doluydu. Kitapları emekti, bir işçinin yaşam mücadelesiydi. Elleri gençliğinden itibaren emekten, gözleri bir işçinin yaşadıklarını anlamaktan uzak değildi. Yaşamında her anda, söylediklerinde ve söyleyemediklerinde acıdan öte, umut hep olmalıydı. Lakin elleri emekti, gözleri bir işçinin gözleriydi…
Azalsa da zamanı, tükense de tabloda alanı; ellerine, gözlerine ve vücudunun her yerine acıdan çok umut yakışırdı...