Bırakıp tüm gerçekliğimi geride, ardıma bakmadan gidiyordum. Gidişim; hedef gözetip ilerlediğim güzelliklerin dönüşüne biliyordum. Birçok zaman tek başıma kalsam da kendimi yapayalnız, sahipsiz hissetmeden; çocukluğumdan gençliğime, umutlarımdan düşlerime düşüp kalkarak yürüyordum. Üzerimde görünmez bir güç daima beni koruyup kolluyordu. Yolum erkanım; değerlerimin sağlı sollu bir çiçek gibi bezendiği güllük gülistanlık, her adımımda ayrı bir anlam taşıyarak huzur kokuyordu. Sırrına erme gayretinde sürdüğüm yaşamın tüm yolculuklarında, önüme çıkan engellerin zora sokarak sınırlandırdığı bu bedenin güneşli, aşkla dolu günler özlemi vardı karşımda. Fısıldayarak ve çekincelerimin gölgesinde, bu aşk evrenin dört bir yanını sarıp sarmalamalı diyordum. Ve bu kısık ses tonuyla dediklerimi herkes duysun istiyordum. Aşk diyordum, ötesi var mı bilmiyordum!
Aşkın özlemi karşısında, kendimde bir amaç hissediyordum. Hissettiklerim yeri geliyor tedirginliklerimin boyunduruğu altında zayıflıyor, yeri geliyor düşüncelerimin haykırışlarıyla güçleniyordu. Zihnimdeki çelişkilerle birlikte kendi kendimle karşı karşıya kalıyor, birçok kez kendime yeniliyordum. Yenilgilerimin azımsanmayacak sayısında yüreğimde ta eskilerden açılmış ve kapanmamış yaralar var. Bu yaralarımda acı ve hüzün birlikte kolkolalar… Yürüyordum…
Yürüyordum, bir başıma ve zamanının gelmesini hiç istemediğim yeni yeni tatmaya başladığım yalnızlık duygusuyla… İlk defa kapıldığım bu duygunun yüreğimi acıtan, yüreğimi dağlayan yerleri vardı. Ayrılığı tatmıştım defalarca çok öncelerden. Sevdalarımda bir başıma da kalmıştım. Bu onlar gibi değildi, apayrı bir şeydi. İnsana ait insanca yaşanan her duyguyu önemseyen ben, bunu hiç ama hiç sevmemiştim…
Çocukluğumda elimden tutup götürerek, güven ve güç duygularıyla bir elin yokluğunu hissettirmeyen annem, bu yolculuğumda beni yalnız bırakmaya çalışıyordu. Sanki uzaktan izleyip, büyütüp emek vererek bu yaşıma gelmemdeki katkısında doğruluk payını görmek istiyordu. Bunda da haklı gibi görünüyordu. Muhakkak ki her anne zamanı geldiğinde bunu yapıyordu. Gözünden sakındığı, hiç yanından ayırmadığı beni, bir başına kalacağımı bilerek yaşamla baş başa bırakıyordu. Her şey insan içindi ve kendi ayaklarımın üzerinde yalnızlığıma tanıklık ediyordu. Yıllarca yaşamla mücadele etmenin, evlatlarını büyütmenin kolay bir iş olmadığı açık ve net ortada duruyordu. Yorgundu, gözlerinden akıttığı yaşların farkına varmamam mümkün görünmüyordu. Annem güçlü bir insandı ve bu gücü yıllarla birlikte kişilik yönünden artış gösterirken, fiziksel olarak aldığı yaşlarla ters orantılı azalıyordu.
Yalnız hissettiğim diğer zamanların düşlerimdeki usta ressamlarının dahi, annemin yalnızlığımda yüreğime işlediği duyguların renkli motiflerini resmetmeye güçleri yetmiyordu. Bu duygu yüreğimi en derininde parçalıyordu. Elimi bırakmak istemesi, yaşam için yürüdüğüm yollarda yalnızlığı hissettiriyor ve zoruma gidiyordu. Sımsıkı sarıldığım elini bırakmıyor, sevgi dolu ısrarcı yanımla bu duyguyu yerle yeksan ediyordum.
Zor gelir topraktan çiçeğinin koparılması, susuz bırakılıp solup yok olması… Çiçek toprak için bir evlat, toprakta bir anadır. Bedeninde nice canlı barındırır. Topraksız kalmak anasız kalmaktır. Bir ağaç toprak olmadan köklerini salamaz, ayakta dahi duramaz. Gerçek yalnızlık işte tam da böyledir ve anne yanımızda olmadığı anda başlar. Yaşamımız köklerimizdedir…