Üzerinde bir ölü toprağı, içten içe inlemeler dışında bir sessizlik içindesin. Derin demekten öteye geçen girdiğin ve artık bu dipsiz uykudan silkinip kendine gelmelisin. Yoksa kaybolup gideceksin. Ziyan olacak bu gün görmemiş, muradına ermemiş ömrün.
Ayaktayken kendimde miydim ki demeyi bir tarafa bırakıp, özeleştirini yaşanması zayıf gibi görünen kendine geldiğin günlerde yapabilirsin. Beyhude bu kadar emek diyerek istikametinden sapmış zihnine daha çok yorulacağı yanlış yollar çizmekten, bir başımayım olduğu yere kadar demekten vazgeç. Ya yaşamın ve güzelliklerin kaynağının, ya da karanlık nefessiz anların tarafını seç. Ya hu bu ne inattır..! Yeter be Haydar yeter..! Bu halin neyi andırıyor biliyor musun? Çözülmeye yüz tutmuş bir buz değil belki ama çözülen, kendini bırakan bir dostun yoldan çıkışına benziyor. En çok kızdığın bu değil miydi? Çözülmeler, koy verip gitmeler ve sırtını dönenler… Söylesene kim kaldı ki zaten bir avuç yüreği güzel atandan gayrı!
Şimdi daldan yaprak düşme zamanı değil. O da olacak elbette. Düşecek ve toprağın bedeninde yapraklar, çiçekler çürüyecek. Ama o zaman değil şimdi ki zaman! Ötele biraz, daha tutacak elin söyleyecek sözün var. Ağır geldi hayat biliyorum, içinde yaşadığın ve çekilmez bir hal alan yükün var… Ama zaman değil o zaman! Dayan Haydar dayan, sesine kulak ver en çok sevdiğinin ve artık uyan…
Ömrüne ömür katan yaradan vazgeçmemişken senden, sen nasıl geçersin kendinden… Bugüne kadar zihnini sanrıların hükmüne verecek seviyede hep kendinle, büyük bir titizlikle ve sessizce konuştun. Kimseyi hiçbir derdinle yormadın. Artık neyin varsa çıkar şu durdurmak istediğin yüreğinden. Görelim cümlelere hapsettiklerinin serbest kalmasıyla etkisini.
Sana yük olan her neyse el atalım kaldıralım, ruhundan alıp başka diyarlara satalım!Daha sazınla çalacağın, söyleyeceğin türküler var… Drama köprüsünü birlikte söyleyeceğin dostlar! Dayan Haydar dayan…
Bir türlü uyanamadığı hayalle karışık rüyalar alemindeki yolculuğunda uzaklardan işittiği bu olumlamalar ve annesinin sesi çoğalıyordu.Çoğalıyordu çoğalmasına ama bunlar bir türlü onu uyandırmaya yetmiyordu. Bu bir otobüs yolculuğu olamazdı. Yolculukta olduğunu düşündüren durumları yaşatacak bir hasta zihne sahipti. Bu hali beter bir haldi. Taşlar görse dile gelir, gözyaşı dökerdi. Göz kapakları hafif oynadı ve annesinin güzel yüzü sanki karşısında belirdi. Hayal diye düşündü. Eli kalkmadı, yüzü gülmedi. Bu yolculuğun ana sebebi de onu görmekti.
Dünya bir yanaydı annesi bir yana…
Şehrin kaosuna dahil olduğu günden bugüne annesinin “kendine mukayyet ol Haydar’ım” sözünü aklından çıkarmamış ama kendine mukayyette olamamıştı. Düşünsel mücadelesinde bedeni yeterince yıpranmış ve zihinsel olarak tükenme noktasına gelmişti. Uzun zamandır zihni sanrıların hükmünde adeta kontrolden çıkmıştı. Bazı zamanlar hastalıklı bu zihni tedavi ettirmesi gerektiğini düşünse de, yine sanrıların hükmüyle sağlıklı olduğu kararına yenik düşmüş, hasta olduğu düşüncesinden vazgeçmişti.
Ne gerçek ne hayal alemindeydi. Sanki tüm bu yaşananlar ve hayatı, bir rüzgarla dağılıp gidecekti. Bir yola düşmüştü düşmesine ama bu yol toz topraktan ziyade sadece düşten ibaretti. Gerçeklikle bağı yok gibiydi... Netliği yoktu. Zaten hayatının hiçbir döneminde netlik olmamıştı. Net olan sadece yanan bir mum gibi hissettirmeden ağır ağır tükenmekte olan yaşamıydı… Tükeniyordu ve buna engel olamıyordu.