Akıl tutulması ve çürüme, Türk toplumunu öldürücü bir virüs gibi çepeçevre kuşatmış bir durumdadır. Çürümenin temel nedenleri; sömürüdür, toplumsal adaletsizliktir, firavun mantığıdır.Toplumun ezici çoğunluğu açlık ve yoksulluk içerisinde yaşarken, mutlu bir azınlık ise hodgamca ve hedonistçe bir yaşantı sürmektedir. Yapılan araştırmalar, açıklanan istatistiki bilgiler ve yaşananlar, Türkiye’de ekonomik, siyasal, sosyal ve ahlak alanlarında görülmedik düzeyde bir kirlenmenin, çürümenin çözülmenin yaşandığını göstermektedir.
Buyurun, hep beraber bu derin toplumsal çözülmenin parametrelerine bakalım:
Şahsa ve mala karşı işlenen suçlardaki rakamlar bir önceki yılları mumla aratır ürkütücü hale gelmiştir.
Bu rakamlara bir felaket halini alan trafik suçları/cinayetleri dahil değildir.
Uyuşturucu sektörüne ilişkin suçlardaki artış oranı ise yüzde 10’lara yükselmiştir
Uyuşturucu kullanma yaşı 10’a kadar düştü.
Kapkaç olayları günlük yaşamın bir parçası haline geldi.
Tinerciler ve sokak çocukları sorunu ise tam bir felaket.
İstanbul’da 20 bin sokak çocuğu var!..
Çürümenin yol açtığı sokak şiddeti de tavana vurmuş durumda.
Orta dereceli okullar, sokak çeteleri arasındaki savaşlara meydan muharebeleri alan olmuştur.
Halk yığınları, “kendin pişir kendin ye” misali, yakaladığı “suçlu”ların cezasını, yargıya güvenmediği için kendisi kesmektedir!..
Kredi kartı nedeniyle yaşanan ve gazete sayfalarıyla televizyon ekranlarından eksik olmayan aile dramları da, çürümenin bir başka yüzünü oluşturuyor.
Aile bölünmeleri/boşanmalar ise toplumun temel ahlaki/etik değerlerini “9” şiddetindeki bir depremin oluşturduğu bir fay kırığı gibi tüm ahlaki paradigmaları ters yüz etmiştir.
Son dönemlerde “ortaya çıkartılıp çökertilen” çeteler içinde, yüksek rütbeli subaylarla, polis müdürlerinin de olması belki de Türkiye’deki çürümenin ahtapot kollarının nerelere kadar uzandığını gösteren en somut örnekleridir.
Değerli okurlar;
Toplumun nefes alması için her şeyden önce bu derin trans halinden uyanması ve “nereye gidiyoruz” diyerek acilen kendisini sorgulaması gerekmektedir. Bunun için de öncelikli olarak, kendisini bu derin trans haline sokup, illüz’e (uyutan) eden başta bayağı, banal,
Toplumu özellikle de gençliği ajite eden saçma sapan tv.dizilerinden ve benzeri akıl tutulmalarına neden olan yaşam tarzları ve tercihlerinden hemen sıyrılması gerekmektedir
Durum vahim ve toplum, basiretsiz sığ politikacıların elinde telafi edilemez noktalara doğru hızla ilerlemektedir.

------------------------------------------------
------------------------------------------------


Hayat Sofrası ve Derviş Kaşıkları!..
Bir gün sormuşlar Bektaşi erenlerinden birine:"Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? "diye." bakın göstereyim demiş Bektaşi ereni.
Önce sevgiyi dilden gönle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış.Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına.En sonunda bakmışlar beceremiyorlar,öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine "Şimdi..." demiş ermiş. "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe."Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa."Buyrun" deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını.Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. "İşte" demiş ermiş."Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır.Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz. Şunu da unutmayın; hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman..."