Hayatın her aşamasında, herhangi bir sebeple mücadele, rekabet ve hatta didişme elbette olabilir; ancak şart ki ölçüyü tutturmalı, çerçeveyi taşmamalı!.
Bu bağlamda, hele kamusal alanda, kamusal hizmetler söz konusuysa meselenin özünden uzaklaşmamalı; üslubun ise, eskilerin çok sevdiğim deyimiyle “lisan-ı nezahatten” (temiz bir dil kullanmaktan) asla uzaklaşmadan; tartışmayı şeref ve haysiyet cellatlığına taşırmadan ve elbette bir fikir etrafında; iddialarını belgelemek koşuluyla olmalı bütün bunlar.
Aksine, kişi tartışmayı sırf kendi kişisel hırs ve hatta kinini tatmin için; bunu yaparken de karşısındakini her türlü tahkir ederek küçük düşürmekten başka bir şey düşünmeksizin, sürdürüyorsa ona müdahale etmek, bence bir insanlık görevidir.
Hele kişi “Cahil cesareti” denilen bir kör cesaretle, “benden sonra tufan” dercesine davranmaktaysa bir şekilde durumdan haberdar olanlara düşen “üç maymun”u oynamak değil; İsmet Paşanın o meşhur ve pek hoş öğüdünü tutarak “Namus erbabının da en az namussuzlar kadar cesur olması”dır.
Ülke gündemine bigâne ve bihaber olmayı yeğleyip, olan bitene gözünü kulağını kapatarak dilini dibine çekmekle ülke ve ulus olarak maruz bulunduğumuz tasallutta, kötü akıbetten kurtulunamıyacağının örneklerini her gün görmekteyiz.
Sayın Aytaç Durak’ın, çoğu Adanalının “sebepsiz ve haksız bir siyasi karar” dediği AKP’li Bakan tasarrufuyla görevden alınması olayında; halkoyunca “tetikleyici” kabul edilen kişinin dozu giderek artan, olayla ilgisiz kişileri hedefleyip çirkince suçlayan konuşmalarında vicdanlarda isyan duyguları uyandıran bir saldırı gözlemekteyiz.
Oysa şu iki ilke Hukuk Devletinde hiç ihmal olunabilir mi?
1) Herkes, hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı olmadıkça masumdur.
2)Yargıya intikal eden bir konuda, hele hazırlık aşamasında ulu orta konuşulmaz.
Oysa önceki gün ve dün Kanal A’da katıldığı yayınlarında malum zat, söyledikleriyle çok tartışılacak sözler etti. Ölçüsüz, dayanaksız ve düzeyi çok düşük, sırf karşısındakini kamuoyu nezdinde küçük düşürme bağlamında edildiği kanaati uyandıran söylenenlerin toplum vicdanında isyanını kabartıp, haysiyet cellâtlığı izlenimi vermemesi olanaksız!.
Ben de bu nedenle, pek çok Adanalı gibi düşünüp, yazımın başlığında belirttiğim gibi diyorum ki, şeref ve haysiyet cellâtlığına karşı tarafım.
Ne demek, hem de isim vererek, Adana’mızın nezih bir mekanını “Kokain çekilerek kadınlarla alem yapılan yer” olarak teşhir etmek?
Ne yani, yoksa beyefendi, işbirliği yaptığı siyasi akımın “gizli gündemi” iddiasını doğrulayıp; çağdaş yaşam mekanlarına karşı bilinçaltlarındaki hayaline göre bir kurgulamayı oynuyor? Bir taşla iki kuş vurmaya soyunuyor?
Ne yani kendisinin kulağına gelen “istihbaratı”ın Narkotik Polise gitmediği imasıyla Emniyete yönelik bir örtülü tenkit mi yaptığı?
Yoksa sadece “çamur at, tutmazsa da izi kalsın”dan mı ibaret bu yapılan?
Ne demek “Adana Belediye Başkanı, kentimizde yaşayan ‘gayri Müslim’ yurttaşların taşınmazlarını ‘İstimlâk’ gibi bir kamusal yetki kötüye kullanılarak ele geçirdi” suçlaması?
Bunu söyleyen sözünün nereye gittiğini biliyor mu yoksa bilmiyor mu?
Biliyorsa böylece Türk Devletini, Türk Ulusunu Müslüman olmayan Yurttaşlarına karşı yasal olanakları kötüye kullanarak ayırımcılıkla suçladığını; Kendince kaş yapayım derken göz çıkardığının idrakinde mi değil mi?
Eğer aklı başında ve bu ithamları bilerek yapmışsa iddia eden iddiasını ispatla mükellef olup; Savcıların Re’sen harekete geçip bugünden tezi yok bu korkunç iddiaları incelemeleri görevlerinden değil mi? Savcılar, masum insanları “kuru iftiraya karşı korumakla” da görevli değiller midir?
Sorulmaz mı: Bu iddia olunan gerçekten varit mi; ne zamana ait? Delillerin? Bu zamana kadar neden sustun? Bu güne dek saklaman, zamanı geldiğinde kötü niyetli kullanım için mi?
Sayın Vali ve Değerli Müfettiş heyetine sorulmaz mı: Bu tavır etik midir? Bu tavır sahibinin bir kamusal göreve ehliyetinin takdirinde, eğer gözler ve kulaklar devre dışı değilse, acaba ne yapma düşünülür? “Tahkikatın selameti” böyle davranış ve karakter tezahürlerinde söz konusu değil midir?
Bu sözler delillendirilemiyor da öfkesine mağlup olmuş; hırs ve intikam arzusuyla saldırısını, hem sırf hasım bellediğine değil, onun aile efradından başlayarak Ülke ve Ulusa kadar genişletmekten fütur etmeyen marifetleri ise; Sayın Durak’ı “Görevden alın” tavsiyesinde bulunan, Sayın Vali ise O; Müfettişlerse Onlar, halen “Büyükşehir Belediye Meclisi üyesi ve 1. Başkan vekili” sıfatı taşıyan bu zatı görevden uzaklaştırmak için ne beklerler?
Eğer bir sürücü sürekli kırmızı ışık ihlali yapıyorsa onu “göz muayenesine” gönderip “ehliyet almaya elverişli mi?” diye tahkikat yapan Devlet, bu denli ölçüsüz ve dengesiz beyanların sahibinin “görev ehliyeti” konusunda neden bu kadar duyarsız?
Yoksa Sayın Aytaç Durak’ı linç etmek için her şey mubah mı?
*Belediye Tiyatro Salonunda “Oyun” dün de devam etti. AKP’nin istediği sonucun alınamayacağını gören Mustafa Tuncel, gurubu bulunan 3 partinin başkanlarıyla vardığı anlaşma ve verdiği sözü tutmadı. Kendisi “Adayım” dediği oturumu yöneterek ilk “Etik dışı” davranışın ardından Tuncel, “Makam gasbı” iddialarına haklılık kazandırırcasına, 2. tur için oylamaya geçmeden, oturumu Cumaya erteledi., Yarın bu konuyu irdelemeyi sürdüreceğiz.M.F.Ö.