Öyle kolayca anlatılamazdı… Yalnızlıkla konuşarak, kafa dinginliğinde bir kahve içiminin tadına da benzetilirdi, susuz kalınan çöllerin ortasında serapla gerçeğin buluşmasında bir nehir ferahlığına da… Tek şekerli çayın hazzıyla örtüşen yanlarını da unutmamak gerekir. İnce belli bir bardakta, sımsıcak bakışlar kadar içten, berrak ve tavşan kanı kaçak bir çayın eşlik ettiği sohbetin itinayla seçilmiş kelimeleri ceplerinde duruyordu. Eski model ceketin içine, kareli bir gömlek giyerdi.  Ton ve renk uyumuna elinden geldiğince dikkat ederdi. Ceketi ne terletir, ne üşütürdü. Üzerinden hiç çıkarmazdı… Aslında babadan, atadan kalan üstünkörü anlattığı bir hatırasıda vardı. Ceplerindekiler evrenin her bir noktasının kabul edeceği kelimelerdi. Ve onlarla gezmeyi sever, kötülük nedir bilmezdi. İyiden yana duruş sergileyen kalbi, kötülere de gelmezdi.

Çaresizlikte, çıkmazda; bir ses, bir nefes aranan ve özlenen günlerin kucaklaşmayı, sarılmayı getirecek yolu yordamı ondan geçiyor olmalıydı. Ondan başkası bunu başarabilir fakat aynı duyguları ise yaşatamazdı. Ne pazarlarda satılır, ne bulundu mu kolay kolay bir köşeye atılırdı. Girdi mi gönlümüze, bir yumruk gibi sıkılmış taptaze sağlam yüreğe, çıkarmak dünyanın en zor işi haline gelebilirdi. Zaten çıkmasıda istenmezdi. Hak gözetilmeli ve hak eden oradan çekip bir yere gitmemeliydi. En zora, dara düşülen her ana koşulsuz koşan biri varsa o her daim özeldi. Mutluluk yaşanan dakikalarda ilk o gözlenir ve dilin söyleyecekleri varsa ilk ona denirdi.

Gözlerinde biriktirdiği umudunu, hüzünlü gözyaşlarına dahi pırıl pırıl verebilir, hüznü sevince çevirebilirdi. Gözyaşlarında umut büyütüp, acılar çektiren yaşama dirençle caka satmasını öğretebilirdi. Paylaşmak, yaşam biçimiydi. Paylaşmakla düzeleceğine inanırdı, sorun gördüğü bu dünya düzeninin. Bazen alaycı gelirdi, bazen dünyanın derdini yüklenmiş hali şaşırtabilirdi.

Duyarlılık kül kaplamadan vicdanında, ateşi üflemesini de, harlamasını da iyi bilirdi. Vicdan varsa sadece göz önünde olanlar değil, eşitsizliğin sebebi her neyse büyük kapılar ardından dahi kendini ele verirdi. Vicdan onun vazgeçilmezlerinden ve öncelik gözettiklerindendi. Çocukluğun burun direğini sızlatan oyunlarının bilyesi, fırıldağı, çelik çomağı, sokak koşturmalarının ve düşünce yara alınan diz kapağı yaralarının unutulma anında,  anımsanmasının sebebiydi.

Can diyenler de vardı, yar diyenlerde… Yola yoldaş biriydi. Birçok imgenin anlamıyla içini dolduramayacağı geniş mi geniş manevi bir alana sahipti. İşte dost böyle bir güzellikti. Dilin döndüğü kadarıyla onunla ilgili anlatılabilecekler kişiden kişiye farklılık gözetsede, tam anlamıyla candan öte sımsıcak bir yürekti. Zaman zaman kırılıp dökülsede birbirine gönüller, birleşir toparlanırdı. Bırakılıp gidilse özlenir, ara uzatılmadan tekrar dönülürdü... İşte dost böyle bir güzellikti. Kısa bir şiirimle bu haftayı noktalarken, günlerimiz ve gecelerimiz dostluklarımızla çiçeklensin…

Yıllar eskir

Yüzler eskir

Yürüdüğün yollar

Geçtiğin duraklar eskir

Dostluklar da eskir…

Onlar;

Eskidikçe demlenir

İnsan oluşturan

Bir çamur kıvamında

Dostuna can verir… Kenan DOĞAN