Akşam olmakta ve hava hafiften kararmış durumda. Sokak lambaları yanıp yanmamakta kararsız. Bir netliğe kavuşamamış, belirsizlik var sanki ortada... Oysaki az sonra tek tek ışıldayıp karanlıkları belirli alanda aydınlatacak ve bu aydınlık direk dibinden başlayarak azalıp kaybolacak. Tıpkı gurbete gidenlerin burnunu sızlatıp gözlerden yaş döktüren ilk anda yaşadığı özlemin; sonraki günlerde, haftalarda, aylarda ve yıllarda etkisini yitirerek sıradanlaşması gibi. Bir parçasıdır yaşamın gecenin zifiri karanlığında. Bazen ahşaptan olacak, bazen demirden çıkacak karşımıza. Nasıl ki kapısız ev olmazsa, lambasız olmaz sokaklarda. 

Gecenin bir vakti dolmuştan inip yürüyerek eve döndüğünde, biraz mesafede varsa,  yanıyorsa direkte lamba, tedirginlikler ve korkular azalır biranda. Zihinlerin düşünerek geliştirip insan faydasına olan bu ve benzeri üretimlerinde, bilim ve medeniyet; bilinmezlikleri bilinir kıldığında, korkuya ve kaygıya yer yoktur orada. Bir yağmur damlasının içeriğinde yer alanlar kadar her şey bilinirdir, her şey objektif şekilde ortada… 
Bu binalar göğe doğru çıktıkça, daralır içimdeki sokaklar ta çocukluğumdan buyana. Daraltır içimi, boğarcasına nefesimi… Kapitalisttir bu yollar, insan için değildir artık sokaklar. İleri dedikleri teknoloji şekillendirir şehirlerimizi, bundan dolayı yaşamdan uzak ve kopuktur doğal alanlar. Kentlerde yaşayanlar değil, araçlar rahatça dolaşsın diyedir maalesef tüm çabalar… 

Bu kentin ezberimde olan sokaklarında dolaşıyorum zaman zaman ağır adımlarla ve anılarımı tazeliyorum. Eskiden daha temizdi sözlerini yerli yerine bırakıyorum. Nüfusu artan yerlerden geçsem de adımladığım yerler hep ıssız. Samimiyet ve güven azaldı diyor birileri, herkes birbirine karşı daha temkinli, daha uzak ve mesafeli… Sokaklar sessiz sedasız, sokaklar kucağında uyuyanlara öyle ki vefasız. Bizimse kalın parkalar, ceketler ve yün kazaklar içinde üşüyen bedenlerimiz var. Bedenlerimiz kalabalıklar içinde samimi bakışlara ve yüreğimizde sevgiye öyle muhtaç, öyle yalnız.  Bu soğukluk titretiyor içimi, tırnağımı dişimi. Üşüyorum; nicelikte fazlaca, niteliğe hiç bulaşmayanlar sarsıyor insana güvenimi. Yine de aşk ile yaşamak en güzeli değil mi?

İşlek sokakların bağırıp çağıran çığırtkanlarının pekte anlaşılmayan seslerine, olur olmaz anlarda korna sesleri ekleniyor. En pahalısından satın alınıp kullanılan taşıma araçlarının, parayla elde edilen ultra lüks paketinde, saygının olmadığı kendisini apaçık belli ediyor.  Sinir bozan bu seslerin yarattığı stres günlük koşturmaca da, kentin üzerimize yüklediği diğerleriyle birleşiyor. Birbirine saygı duyulmayan ortamların içinde yaşayanların, allak bullak olan ruh halleri, sürekli buralardan kaçışın kelimelerini dillendiriyor. Her şey daha güzeldi, herkes birbirine daha saygılıydı denerek eskiler yad ediliyor.  
Kaldırımlarda envai çeşit satışı yapılan malzemeler, eşyalar. Kaldırımlarda sohbet ile keyfi çıkarılmaya çalışılan, çay kahve içilen sandalyeler, masalar. İşgal edilmiş kaldırımlar, kaldırımsız kalmış onca sokaklar… Kentte yaşayanları hiç umursamıyorlar… 

Sokaklar olmadan bir yaşam sürmek, çok ileriki zaman dilimlerinde ve başka yaşam alanlarında belki mümkün olabilir. Fakat mevcudu değerlendirdiğimizde, sokaklar vazgeçilmez ortak kullanım alanlarımızdandır. Kapıdan çıkıp, bugün işe uçarak gideceğim, hiçbir sokakta adım atmayacağım diyebilen varsa buyursun… Yerçekimi olması nedeniyle; ileriki zaman dilimlerinde dahi, bir noktadan diğerine uçarak gidilse bile, yürümek fiili ortadan kalkmayacaktır. Kent bütünü içerisinde, en önemli ortak kullanım alanlarından biridir sokaklardır. Etkin şekilde tasarlanıp, yaşamı engellemeden kullanılmalıdır.
Kentler; kaldırımsız sokaksız, sokaklar kaldırımlar insansız, yalnızdırlar…