Ortaokul yılarımın sonu, liseli yıllarımın başlangıcıydı. Hani şu meşhur 90’lı yıllar ve oduncu gömleğim yeni alınmıştı. Moda lafına tekabül eden durumunda, giyme şansı yakalamanın sevinci içerisindeydim. Kareli, kareleri büyük ve birkaç rengi içeren uzun kollu kışlık bir gömlekti. Bu gömlek; içime akıttığım gözyaşlarımla saklayamadığım yüreğimdeki duyguları, her kış dışarı dökmekteydi. Soğuk günlerde sıcak tutmasından çok, zorlu yaşam koşullarında ailemin bunu bana alması, eskimesin diye sürekli giymeme düşüncesine sebep oluyordu. Zaten yeni olanı giymek biraz mahcubiyet verirdi bizlere. Üzerimize giydiğimiz her neyse ve bu yeniyse, üstelik ülkenin üreten emekçi kesiminden bir ailenin çocuğuysanız, olmayana bir açıklama veremediğimizdendir bu mahcubiyet. Tüm ömrümüz boyunca devam edip, adaletsiz düzenin karşısında dimdik duruşumuzu sağlayan birazda buydu. Şimdi hatırlıyorum da, o dönem özgürce koşturan, sokakta, okul bahçesinde oynayan, kiraladığı bisiklete binen ve ara sıra düşen, düştüğünde eğer giysisi yırtılırsa buna aldığı yaradan daha çok üzülenler bizlerdik. Yaması yapılır giyerdik lakin ne koşullarda bir yaşam sürdürüyor ailemiz, bunu da bilirdik. Yani emeğin yüceliğine, zayi edilmemesine inancımız sonsuzdu.
Aslında ne alınsa sevinen, mutlu olan nesillerdik. Tüketimi sadece ihtiyaç olarak algılayan bilince sahip, bazen çocuk bazen gençlerdik. Ortaokul ve lise yıllarımızda haksızlık, adaletsizlik ne demek, ezilen emekçilerdi ama ezenler kimdi, bunlara karşı insanoğlu tarih boyunca neler yapmıştı ve neler yapmalıydı gibi düşüncelere vakıf olmaya çalışıyorduk. Her yönüyle farklıydı o yıllar. Sevgisi de farklıydı o dönemlerin, sevgilisi de. İlişkiler günümüzdekiler gibi fütursuzca yaşanmaz, aylarca sevdiğinin peşinden koşturup sadece yüzünü görebilmek bile usandırmazdı. Sevgi birazda erişememekti. Hemen olacak ve hemen bitecek bir şey değildi. Yani emek vermek, emeği göstermek gerekti. Camekanların büyülü ışıltısında içeridekilere sadece dışarıdan bakmak ve bir şey alıp vermeye mecbur kalmadan, doğallığıyla yüreğini sunabilmekti sevgi…
Bir gün seni, bir gün ötekini seviyorum demek bir o kadar kötü ve özel hissettirmek bir o kadar önemli olsa da, tüketim çılgınlığının asgari geçimi aşacak biçimde markalaştırılması, bir oyunun parçası haline gelmektir. Hem duygularda, hem yaşamın tüm alanlarında ipleriniz başkalarının elinde demektir. Bir uyku sersemliğiyle ben kendimdeyim ve her şey irademde deseniz de, aslında ruhunuzda, bedeninizde kapitalizmin esiri haline gelmiştir. Güller, çiçekler ve ufak armağanlar sunarak anlatılmaya çalışılan duygular, kişinin kendisinin ya da ailesinin koşullarında sıkıntılar yaşatacak boyuta ulaşmadan, sadece bir güne özgü değil her zaman yapılması gereken güzelliklerdir.
Sevgiyi maddiyatla ölçülür, alınır satılır biçimde maddesel şekliyle yaşamak, kişinin sadece kendini avutmasıdır. Her ne kadar günümüz insanlarından bir kısmı pek itibar etmese de, sevgi maneviyattır. Dokunulan her şey bir gün sizden kopacak fakat ruhunuz sizle baş başa kalacaktır. Unutmayın ki ruhta maneviyattır. Günümüzde yaşanan sevgileri anlatan kısa bir şiirimi sizlerle paylaşmak isterim;
Sen vahşi kapitalizmin kızı..!
Üçü beşi arama,
Elinden gelen buysa,
Bunu da ardına koyma
Kan süzülüyor usulca yüreğimden
Tuz basma açtığın gönül yarama
İmkansızda artık,
Sen tüketici yaşamın hızı!
Ben eski sevdaların dertli sazı
Sen vahşi kapitalizmin kızı!
Ben Aslı’nın Kerem’e olan nazıyım… Kenan DOĞAN