Servet avcılarının şeref ve haysiyet derecelendirmelerini ölçümleyecek bir derecelendirme kuruluşu olmuş olsaydı, bu meslek sahiplerinin bir seviye problemi olmazdı şüphesiz. Servet avcılarının vermiş oldukları mesainin ve eforun kutsallığından pekâlâ bahsedilebilmek mümkün olabilirdi. Zengin bir kızı tavlamaya çalışan bir gencin veya bir fabrikatör oğlunu takibe alan bir kızın uğraşısında çok zaman menfi bir bezirgânlık yoktur. Hatta bu uğraşı, yaratılış hilkatimize de aykırı değildir. Zira evlilik tercihlerinden birisinin servet gerekçesine dayandırılması dinen de ofsayt dairesinde değildir.

               Yine gemisini ihtiyaç duyacağı levazımatlarla donatan bir maceracının, adresi meçhul okyanuslara doğru mücevher avcılığı için revan olması hiç de abes değildir. Bir diğer ifade ile bu eyleme bir ahlaki çöküntü anlamı yüklenemez. 

               Üzerinden bir yıl geçmesine rağmen herhangi bir soruşturma ve takibe konu edilmeyen ve ahlaki tahlilden muafmış gibi hafızalarımızdan uzaklaştırılmaya çalışılan bir çukur avcılıktan bahsetmenin lüzumuna değinmenin gerekliliği ihtiyacı ile bir başka avcılıktan bahsedeceğim bu gün… Sadaka Avcılığı. 

               İki yıldan fazla sürmekte olan bir süreçte gündemimiz; ardı arkası kesilmeyen suçlamalarla, göz altılarla, tutuklamalarla, hazırlanacağı söylenilen iddianamelerle, kafeslerle, balyozlarla ve darbe iddialarıyla meşgul tutulmaktadır. Ancak; arsızlıklar, hırsızlıklar, vurgunculuklar ve halkın mezarlıktaki ölüler kadar dirençsiz ve samimi duygularını istismar ederek şişkinleşen, pişkin sadaka soyguncularından ve akıbetleriyle ilgili hiçbir gelişme ve habere şahit olamadığımız bir unutulmuşluk sürecini yaşamaktayız. 

               Bilinçli bir şekilde unutturulmaya çalışılan ve gündemden düşürülmeye çalışılan akıllara ziyan hadise, sadaka avcılarının merhametsiz vicdanlarıyla yaptıkları beynelmilel sadaka soygunculuğu, yani “Deniz Feneri dosyası” dır. Unutturulmaya çalışılan bu vahim olay; Müslüman’ın Müslüman’dan, Almanya’da İslami duyguları kullanarak toplamış olduğu 48 milyon avro kadar büyük bir miktarı, sadaka soygunculuğu sistematiği ile ele geçirme dolandırıcılığıdır. Alman mahkemesi bu külliyatlı miktarın 18 bin avroluk kısmının Türkiye’ye valizler içerisinde taşındığını belgelemiştir ve bu avcılığın adını mahkeme kararı olarak şu şekilde açıklamıştır. Alman Mahkemesi; Müslüman’ın, Müslümanlığı alet ederek fakire, fukaraya ve muhtaca dağıtılmak üzere toplanılmış paraları, “Sadaka ve merhamet soygunculuğu” yaparak kişisel servetlerine aktaranların Almanya’daki ayakları yakalanmış, yargılanmış, mahkûm olmuşlardır ve sıra  “Deniz Feneri Soygunu’nun Türkiye ayağına” gelmiştir demiştir.

               Dünya hukuk tarihinde eşine rastlanmayan bir çirkinlikle bu davanın Türkiye ayağı bir türlü ülkemizde başlatılamamıştır. Önce belgeler geldi ve gelmedi tartışmasıyla aylarca oyalanmıştır. Sonrasında tercümesi yapıldı ve yapılamadı münakaşası sürdürülmüştür aylarca. Daha sonra Almanya’dan tercümesi yapılmış ikinci bir dosyanın yolu gözlenilmiştir uzun süreler müddetince. Nihayet 3 savcının görevlendirildiği haberi, hadiseyi unutmayarak takip edebilen az sayıdaki insanımızın yüreğine su serpmiştir. Ancak Ankara’da savcılar, bu davayı açarak ve iddianameyi hazırlayarak suçluları hâkim önüne çıkartacak nihai çalışmayı bir türlü tamamlayamamışlardır. Deniz feneri Dosyası Almanya’dan Türkiye’ye geleli bir yıldan fazla olmuştur. Aylardan beri devam eden incelemeler, süresi belirsiz doğmaz ayların son günlerine kadar sürüp gideceğe benzemektedir. 

               Mıh gibi orta yerde duran bu mezarlık soygunculuğunun, merhamet vurgunculuğunun ve sadaka avcılığının neticesinde; ne bir tane gözaltı olmuştur, ne bir tane gece baskını yapılmıştır, ne bir tane tutuklama yapılmıştır ve ne de bir tane ev ya da işyeri basılarak bilgisayar ve disketlere el konulmuştur. Kaplumbağa hızı ile bile kıyaslanamayacak bir süratsizlikle incelemeler devam etmektedir. Ümraniye, Ergenekon, Kafes, Balyoz, Sarıkız, Kumral gelin ve sayısız sanal söz ve ihbarların ardından panter hızlılığı ile insanları sorgusuz sualsiz Silivri ceza kamplarına öbekleyen zihniyet; söz sırası Almanya’daki bu davaya gelince nedense pek naçar bir vaziyet sergilemektedir.

               Yargımız hakkında bir şey söyleyemeyiz ve bu hukuki süreç içerisinde görüş ifadesinde bulunamayız. Ancak bu süreç; bir insan ömrünü kapsayacak uzunlukta olursa, insan hak ve hukukunun ihlalinden söz etmek ihtiyacı da doğmuş olacaktır. Ne yapalım şimdilik? Tuzu nem sınırından ileri olan bu kalemlere düşen görev; unutmamak ve unutturmamaktır. Zira haksızlıklar karşısında sükûn halini yaşamak; yaşantı şekillerinin en çukur olanıdır. Hoşça kalın.