Mektuplar senin, mutluluk benim..!
Öncelikle selam eder, seni ve herkesi hasretle kucaklarım. Uzun zamandır alamadığım haberinle oluşan özlemin yarattığı tedirginlik, göndermiş olduğun mektupla son buldu. Postacının; aşağıdan ismimi bağırarak kapıyı çalıp mektup demesiyle birlikte, kalp atışlarımın ne kadar hızlandığını yanımda olup hissetmeni isterdim. Mektubun senden geldiğini tahmin etmem çokta zor değildi. Kaldı ki hal hatır bile sormaya erinilen bir dönemdi. Koştura koştura merdivenlerden indim ve çoğu zaman kilitli dahi olmayan demir kapıyı açıp, postacıya gülen ve hafif ağlamaklı gözlerle baktım. Heyecanımı anlamış olmalıydı, beklediğin bir mektuptu sanırım dedi ve beyaz zarfı bana uzatıp mendiliyle yüzünü sildi. Mektubu alıp hemen arkasını çevirip baktım. Tahminim doğruydu ve mektup senden, tüm karekterini ezberlemiş olduğum bu yazı senindi. Mutluluk ise benim…
Kan ter içinde kalmıştı. Havanın boğucu sıcaklığında çantası boynunda, yürüyerek mektupları dağıtmak kolay bir iş değildi. Teşekkür edip bir şey içip içmeyeceğini sordum… soğuk bir su varsa alırım dedi. Mektubu aldım ve hızlı adımlarla eve çıktım. Mutfağa geçip buzdolabından soğuk su çıkararak, bardak alıp aşağı indim. İki bardak suyu kana kana içip; ölmüşlerinin canına değsin dedi ve acelesi varmışçasına yoluna gitti.
Mektubunu henüz açmamıştım ve buna rağmen, duygularımın ne denli hareketlendiğini keşke kelimelerle anlatmak mümkün olsaydı. Elim ayağıma dolaşıyor, evin içinde mektubunu göğsüme bastırıyordum. Gönderici kısmında yazmış olduğun adına defalarca bakıp, adını bile seviyordum. Üzerine 4 adet pulu özenerek, senin yapıştırmış olduğun belliydi. Her zaman dediğin gibi; insan sevdiklerini, elinde taşıdığı camdan bir kalp gibi görmeliydi. İşte tamda bu yüzden attığı her adımda, yaptığı her harekette, söylediği her sözde daha dikkatli olmalıydı. Aksi halde elden düşerek paramparça olan kalp, gözden düşmemize sebebiyet verebilirdi. Gözden düşmek, binbir emekle girilen gönülden çıkmakla eşdeğerdi.
Mecnun misali evin içinde bir süre dolaşınca, her hücremde anın heyecanını yaşadım. Odama geçtim ve kapıyı kapatıp yatağımın üzerine oturdum. Sırtıma bir yastık alıp duvara yaslandım. Kelimelerinle artacağını tahmin ettiğim hasretin, ayakta birini yıkabilirdi. Duvara yaslanmak bu nedenle önemliydi. İtinayla mektubunu açtım ve tek dalgaya arkalı önlü yazmış olduklarına doya doya baktım. Mektubun içi senin kokun gibiydi. Koklayıp, içime çektim… Çektikçe içimde, yüreğimde seni büyütüp, daha çok sevdim.
Sevgili diye başlayan ilk cümlenin sağında, solunda, mektubun dört bir yanında çizmiş olduğun kalpleri, çiçekleri tek tek inceledim. Kalpler tertemiz duygularını, çiçekler bakmaya kıyamadığım yüzünü anımsattı… Bir çırpıda okunarak bitirilip, kenara bırakılacak bir metin değildi. Her mektubun, önümde açmış olduğun bir yoldu. Bu yolda dört bir yanı özümseyerek, ağır ağır gidilmeliydi. Hedef; yüreğimin atışlarına sebebi, senden bilmekti.
Kelimelerinin arasında ilerledikçe, bazı zaman dilimlerinde istemeden de olsa, kırgınlığına neden olduğum anlar geliyordu aklıma. O anlardaki masumca bakışların gözlerime dolup, yaş olup kendiliğinden akıyordu. Gözlerimin gözeleri kaynasın diyordum, durmasını istemiyordum. Akan her damlayla hatalarım, tekrarına mahal vermeyecek biçimde biraz olsun siliniyordu. Bunu içten hissediyordum. Gözlerimde yaşlarım, süzülüp mektubunun üzerine damlıyordu. Hissedip yazdıklarınla, hissettirip yaşattıkların birleşiyordu. Duygularının bende yer bulduğu an da, dünyam değişiyordu … Mektubun içime huzur veriyordu.
…