Saat gece yarısını biraz geçmiş ve uzun zamandır oturduğu pencerenin önünden hala dışarıya bakıyordu. Öyle ki büküp üzerine oturduğu ayağı uyuşmuştu. Başı sol kolunun üzerinde, gelecek dehşetin tahmini seyrine dalmıştı. Tedirgindi. Düşüncelerinde yaşanacakların ne tam içine girmek istiyor, ne de dışında kalabiliyordu. Gözlerini kapattı, bu kabus biter sandı. Bitmedi; gözlerini açınca tüm düşleri yok olmuş, düşüncelerini dehşet sarmıştı. Tekrar tekrar denedi ama istediği hiç olmadı.
Penceresinden dışarıya bakmaya devam ediyordu. Yol lambalarıyla buralar ne de güzelleşiyor diye düşündü. Gecesi ayrı gündüzü ayrıydı... Tarihine hakim olduğu bu toprakların her bir noktası kıymetliydi. Buraların gizemli ahengi, yüreğinin tüm hücrelerine sızıp çocukluğundan beri kendisini büyütmüştü. Bu gizemli aheng hiçbir zaman etkisini yitirmemiş, yüreğinden çıkmakta istememişti. Yüreği bu topraklar, bu topraklar yüreğiydi..!
60 yıllık 5 katlı ve enine genişleyen yayvan eski bir binada oturuyordu. Rus dönemine ait tüm izleri ve ayrıntıları taşıyan binaları kullanışlı fakat epeyce eskimişti. İki noktadan girişi olan binada, gençlik dönemine kadar giriş kapısı dahi yoktu. Saygı, sevgi, bilinç ve güven vardı. Oturduğu yerin penceresinden tüm caddeyi, sanatsal ve sportif etkinlikler yapılan parkı, meydanı, meydandaki heykeli ve gün içinde genelde yoğunlaşan insan koşuşturmalarını görebiliyordu. Bu parkta heveslenmiş ve öğrenmişti keman çalmayı. Bu parkta edinmişti hala görüştüğü birçok arkadaşını, dostunu…
Buralar çocukluğu, gençliği, ilk aşkı ve anılarıyla dolu yaşamıydı. Hiçbirinden asla vazgeçemezdi…
Düşüncelere daldı. Zemheriyle üşüyen, sakinleşen, donuk her bir nokta tıpkı günümüz yüreklerine benziyordu. İnsanlık gibi olup bitene tepkisiz, insanlık gibi yüreği donmuştu! Değerler yok, piyonlar şah filler karınca olmuştu. Çıkarlarsa enerji dolmuştu…
Anlık değişkenlik gösteren türlü duygularına korku eşlik etmeye başlamıştı. Kafasını kolunun üzerinden kaldırıp azıcık doğruldu. Birçok figürün iç içe geçtiği, her birine ayrı anlamlar yüklediği boydan boya dövme kaplı sol kolunun işaret parmağını ağzına götürdü. Düşünce deryasındaydı fakat kendinde değildi. Farketmeden tırnağını yemeye başladı. Gözü kolundaki barış simgesine takılmıştı. Barış simgelerde değil, ruhlarda olmalıydı diye kendi kendine mırıldanıyordu. Bu ruhlara kötülük bulaşamazdı..!
Sabahları yürüyüş yaptığım parkın kuşlarının, ağaçlarının, sincaplarının denk gelip günaydın dediğim tanımadığım yurdum insanlarının güzelliğini acı acı çalan siren sesleri yok edebilir miydi! Derin derin anlamları çıkardı, kendi o derinliklerin dibinde kaldı…