Yalnızlık gibiydi. Tıpkı kış ortasında esen rüzgarın, hiçbir cana değmeden çekip gitmesiydi. Ayakları demirden, ahşap bir bankın üzerinden bir uğultuyla sağa sola dönerek akıverdi. Saçları, yüzleri okşamadı, korkutup kaçırdı herkesi. Üşüttü bir yerleri, bir yerleri yıkıp önüne takıverdi. Hırçınlaştı, zaman zaman çirkinleşti. Bunlar rüzgarın etkisi değildi. Rüzgarları bile duyguları yönünde ustaca değiştirebilirdi. Etkiliydi, etkileyici biri kim dense o örnek verilebilirdi. Belli ki üzülmüştü… Üzmeyi de öğrenmişti. Tıpkı içinde birikmişlerin dışa yansıyan çöküntüye uğramış ruh haliydi. Zor zamanlar geçirmiş, kırmıştı birileri. Bakışları durgundu, yorgun gibiydi tüm hücreleri.
Bundan yıllar öncesiydi. Onu tanıdığımda üniversiteli yıllarımız ve o gencecik bir hanımefendiydi. Çekinceli bir halde ilk teması gerçekleştiren o idi. Tanıdıkça kendisini yaptığı gayet normaldi. Ondan da bu beklenirdi. Beklemeyi pek sevmezdi. Her şey duygular yönünden çok hızlı gelişmiş, yüreğimizde türlü hisler biriktirmişti. Sakin görünmeye gayret ederdi. Bir insanın onu görüntüsüyle yorumlaması yavan kalabilirdi. Yıllarca derince bir çukurda saklanmış, ağzı kapalı topraktan bir kap gibiydi. Mistik bir olayın başkahramanı misali kırıp içine bakmak durumu daha da kötüye götürebilirdi. İçindeki duygular bir deprem etkisi yaratabilecek güçteydi.
Günlerden Cumaydı. Yanına gitmek için yola çıkacaktım. Arada mesafede vardı. O başka bir ilde bende çocukluğumun, düşlerimin, düş kırıklıklarımın, anılarımın, hüzünlerimin ve mutluluğumun kenti Adana’daydım. Artık eskilerde kalan, birçok kimsenin hatırlamadığı çarşı merkezinde bir yer vardı. Simgeleşmiş bir noktadaydı. Otobüs firmalarının yazıhaneleri Atilla Altıkat üst geçidinin adıyla bütünleşmişti. Başka şehre gidenler Atilla Altıkat’tan servise biner, dönenler orada inerdi. Gidip gelenler için bir buluşma yeriydi.
-Otobüse şu saatte biniyorum, bu saatte beni Atilla Altıkat’tan alırsın…
-Atilla Altıkat’a bırakırsan ben oradan giderim…
-Atilla Altıkat’ın durağında buluşalım… ve daha nice benzer cümleler içeren sohbetler…
Biletimi aldım. Önce arayıp söylemek geçti içimden daha sonra bundan vazgeçtim. Bana hiç sürpriz yapılmamıştı. Belki bu durumu oda deneyimlememişti. Yaşamadığım bir anın duygusunu başkasına yaşatmakta fena sayılmazdım. Bunu ona yaşatınca anladım. Günler sonra kendi söyledi. Akşam saatlerinde kalkan otobüs gece yarısı sevdiğimin kentine ulaşmıştı.
Kaldığı ev şehrin uç noktası denebilecek bir yerdeydi. Son otobüse yetiştim ve otobüste cam kenarı koltukta kendime yer bulup dışarıya bakarak hülyalara daldım. Zira epeyce kalabalıktı. Otobüs ilerledi, o ilerledikçe umutlarım ve düşlerim günümden geleceğe ani bir geçiş gerçekleştirdi. Son durakta indim. Burası genelde öğrencilerin kaldığı bölgeydi. Hava soğuktu... Ellerim ceplerimde, sevdam yüreğimde, ilerliyordum sevdiğime. Avlu kapısını uzanarak açtım ve girişte zile basmam gerekti. Acaba birileri gelir mi diye beklemeye koyuldum. Yoksa zile basmamla sürpriz sona erecekti. Yaklaşık bir 10 dakika gecenin ayazında bekledim. Bir aile geldi hangi eve geldiğimi söyledim. Birlikte binaya girdik ve teşekkür edip merdivenle birinci kata çıktım. Kapı önüne gelince çantama koyduğum tek gülü alıp kapıyı tıklattım. Bu sesin etkisi pek olmamıştı! Biraz daha sert şekilde vurunca uykulu bir ses tonuyla kim o dedi… Ses etmedim, bir kez daha vurdum. -Tık, tık… Sesini yükseltti: Kim o dedi. Daha fazla bekletmeden benim dedim… Sesimi aldı ve anında kapıyı açıp sarıldı. Gülü uzattım, gözleri doldu ağladı sonra kapıda sessiz kalmamdan dolayı biraz hırpaladı. İnsan yaşamı güllük gülistanlık değildi ve zaman zaman hepimiz zor dönemler yaşıyorduk. Zor dönemlerden geçiyordu. Yanında ve destek olmam çok mutlu etmişti. Mutlu olması benim mutluluğuma da sebepti. Ben onun yanına, oda Adana’ya çokça geldi gitti. Ya buluşma ya da vedalaşma noktamız Atilla Altıkat’tı. Sevgimizin içinde simgesel bir öneme sahipti. Günler günleri kovaladı, özlemler arttı… Üniversite bitti. Yollar ayrıldı yıllar akıp geçti.
Maalesef, Atilla Altıkat şehrin sözde kentleşme sürecinde bir yıkıma kurban gitti. Şehrin dışında bekleyen hasretler, aşklar, nice duygular ve heyecanlar bir anda onunla birlikte yerle bir edildi. Onun varlığıyla bütünleşmiş duygular yok olunca; aşklarında heyecanı bitti, eski havası gitti... Duygular daha dinçken kıvamında açan çiçeklerimiz, bir bir solup tüketildi.