R. TAYYİP ERDOĞAN, VATAN VE CUMHURİYETİMİZİ KURTARACAK SON CENNET MEKÂN MİLLET ÖNDERİMİZ OLABİLİR.
Osmanlı padişahlarına “Cennet mekân” denilirdi. Özellikle son Osmanlı hakanlarından II. Abdülhamit Han için bu sıfat bariz şekilde bulunduğu tarih periyodunda ve sonralarında da sıklıkla kullanılmıştır. Düşmanları ona “Kızıl Sultan” diye isim takmışken, dostları ve sevenleri ise, onun derin siyaseti ile aslında görünenin çok ötesinde, ülkenin ve milletin yüksek menfaatleri için tüm fedakârlığını, üstelik kendisini de feda ederek yerine getirdiğini düşünmüşlerdir. Geçen zaman içinde bunun böyle olduğu, yani Abdülhamit Han’ın bir millet, vatan ve bir muhabbet fedaisi olduğu da neredeyse tam anlamıyla günümüz itibariyle kabul görmüştür.
Abdülhamit Han tahta çıktığında, Osmanlı coğrafyasının içi ve dışı fitne ve bölücülük faaliyetlerinin başını alıp gittiği dönemlerinde en sıcak dönemleriydi. Devlet-i Ali’nin başında öylesine sosyal, siyasi ve iktisadi meseleler vardı ki, bıraksalar devlet 33 yıl daha değil 33 günde yıkılıp yok edilebilirdi.
Tunus ve Cezayir fitne kazanı olup patlayacağı ana odaklanmıştı. Fransızlar, İtalyanlar tüm güçleriyle etkili oldukları coğrafyalarda parçalanmanın fitne tohumlarını her bölgeye saçıyorlardı. Asırlarca huzurun ve sükûnun hâkim olduğu İslam bölgeleri birer mayın tarlalarına çevrilmekteydi. Mısır ve Ortadoğu da bu fitne çemberine dâhil edilmişti. Özellikle Suudi Arabistan ve havalesine İngilizler en katmerlisinden nifak zehri enjekte etmekteydiler.
Balkanlar ise püskürmesine saniyeler kalmış bir volkanik yanardağ haline getirilmişti. Bulgarlar, Slavlar ve Ruslar, bu parçalanma sürecine en büyük katkıyı koyan soysuzluk ve vefasızlıkları el birliği ile kutsal bir vazife gibi üstlenmişlerdi. İçeride ise, işbirlikçiler Osmanlı düşmanları ile gizliden gizliye ihanet mukavelelerini yapmışlar her türlü tahribata her geçen gün yenilerini ilave etmekteydiler.
Anadolu’nun her yerindeki Ermeniler ve diğer azınlıklar, emperyalist devletlerden temin ettikleri destek ile kinlerini her uygun zamanda her yerde barbarca kusmaktaydılar. Başta İstanbul olmak üzere Anadolu’nun doğu ve güneydoğusunda bir Ermeni ve Kürt devletinin kurulmasının yaygın propagandaları yapılmaktaydı. Böyle bir zillet ortamında, Cennet mekân Abdülhamit Han, Devletin âli’nin başına geçmişti. Böyle bir ağırlığı kaldırabilmek ve böylesi bir karmaşayı çözebilmek hiç de kolay olmayacaktı. Abdülhamit Han ve sonrası gelen Osmanlı hakanları milletin ve medeniyetin felahı için yönetirken bile millet ile irtibatta olmuşlar ve ülkenin kurtuluşunu düşünmüşlerdir. En azından bugünler itibari ile çok büyük kitleler böyle düşünmektedirler.
Osmanlının son sultanı Vahdettin Han da aynı sıkı fitne ve fesatların merkezinde ülke ve milletin kurtuluşunu hesap etmekten geri durmamıştır. Çok büyük itimat ve ihtimalimiz o yöndedir ki, Mustafa Kemal Paşa ve son sultan arasında da vatan ve milletin kurtarılmasına yönelik gizli bir sır ve mukavele vardır. O fedakâr mukavele belki de sultanın yurdu terk etmesi dâhil tüm ayrıntılarıyla harfiyen tatbik olmuştur. Zira Erzurum kongresinin açılış konuşmasında Mustafa Kemal, padişah ile aralarında sırlar bulunduğunu ve bunu zaferden sonra açıklayacağını” söylemiştir. Vahdettin Han, yurtdışına çıktıktan sonra ilk açıklamasında Mustafa Kemal’i kendisinin Anadolu’ya mücadele için gönderdiğini vurgulamıştır. Osmanlı hakanları kendi kariyer ve mevkilerini bir tarafa bırakarak ölüm döşeklerinde bile ülke ve milletin selametini düşünmüşlerdir.
Bugün genç Türkiye Cumhuriyeti yine Osmanlı’nın son dönemlerindeki kuşatılmışlığı yaşamaktadır. Yine aynı fitne kazanları emperyalistlerce fokurdatılmaktadır. Şimdi yine milletin kendi tarihini hafızalarında canlandırarak, müstakbel talihini aydınlık yarınlarla buluşturması için Sayın Başbakanımız çok büyük bir fedakârlığa imza atıyor olabilir. Kendisi emperyalist devletlerin ve finans devlerinin elinde bir rehine olmuş olduğundan dolayı ve milletinin uyanışını da sağlamak için en büyük yanlışları yapıyor gibi gözükerek, gerçekte milletin mahşeri uyanışını temin etmeye çalışıyor olabilir. Eğer Abdülhamit Han’ın ve Sultan Vahdettin’in siyasi şifrelerini kullanarak, iktidarını ve kendisini yok etme pahasına ülkesini ve milletini düşünüyorsa, o da milletimizin ve medeniyetimizin bir Cennet mekânıdır. Bunca yanlışları yapıyor ve hatta yanlışlarının bir tek kişi kalmamak üzere anlaşılmasını temin için, bir de akiller ismiyle bir ihanet ve bölünme seremonisini Anadolu insanı ile buluşturuyorsa, o da milletimizin ve medeniyetimizin bir Cennet mekânı olarak sonsuza kadar anılabilir.