Oldum olası bir yerden başka bir yere yolculuk etmeyi sevmişimdir. Bunu yapmak, her defasında, sanki ilk kez yolculuğa çıkıyormuşum gibi keyif verir bana. Huyum kurusun! Fıtratım böyle... Ben de böyle bir insanım işte.
Yolculuk demişken, aklıma ve hayalime cam kenarında oturup dışarıyı seyre dalmak gelir her daim...
Bazen de yorgunluğa yenik düşmüş gözlerimin ta içine içine vuran sabah Güneş'i canlanır hafızamda.

Adeta karanlığı yırtıp geliyorum dercesine...

Bugüne kadar bir yerden başka bir yere kadar yaptığım yolculukları bir kenara bıraktım artık.
Ki, buna  o kadar vakit de ayıramıyorum doğrusu...
O sebepledir ki, bugünkü yolculuğum kendime...
Beni yansıtan ya da dışarıdan bakıp da görünmez olan iç dünyama doğru.
Oturduğum bu yerde gözlerimi kapatıyorum ve bilinmez ve bir o kadar sonsuz uzaklara dalıp gidiyorum.

Sırtımı çimlere yaslamış ve tüm ihtişamıyla karşımda ucu bucağı belli olmayan bir şekilde dimdik duran ve ayakta kalmak için tek bir direğe dahi ihtiyaç duymayan gökyüzünün mavi derinliklerinde kaybediyorum kendimi.

Bilmediğim ve daha önce hiç görmediğim diyarları adımlıyorum şimdi.
Kimi geçmiş zamandan kalma bir anıya götürmekte beni, kimi ise gelecek zamandan bir hayale ulaştırmakta benliğimi.
Kah hüzün kaplıyor içimi...
Kah mutluluk doluyor içime...
Kah susuyorum kendi içimde...
Kah konuşuyorum kendi kendimle...
Kendi iç koordinatlarımda, kendi coğrafyamın bilinmez noktalarını arşınlıyorum.
İç dünyamın her noktasında, tanımadığım başka bir ben ile karşılaşıyorum. 
Karşılaşmalarımın her defasında, sanki ilk kez kendimle karşılaşıyormuşçasına: "Sen de kimsin? Daha önce seninle karşılaştık mı bir yerlerde?" sorusunu tekrar tekrar soruyorum kendime.
Sorduğum her soru karşısında, her defasında almış olduğum; "Ben senin yansımandan başka bir şey değilim. Yani; ben, tam olarak senim." cevabı, yüzüme sert bir tokat misali iniyor ve beni dalmış olduğum derin uykulardan uyandırıyordu birden.
Uyanıyordum. 

Ve uyandığım her an, büyük bir şok yaşıyordum. 
Tıpkı bitmek bilmeye bir kabusun içinde yaşıyormuşum gibi...
Karşılaştığım her ben, bir önceki beni bu hayattan silip kendisi yola devam ediyordu.
Ve onu da bir sonraki ben, silip yolu devam ettiriyordu.
Bu şekilde devam eden bir döngüde kısır bir duruma şahit oluyordum.
Çıkmak istediğim anda, başka bir ben önüme geçip beni durdurmanın bir yolunu buluyordu her defasında.
Kaçmak istediğim anda, bu imkansız oluyordu.
Kendimden kaçamıyordum. 
Sonsuz bir boşluğun içinde debelenip duruyordum adeta.
Yanlış giden bir şeyler vardı geride.
Ve geçmiş, insanoğluna geriye dönüp de onu düzeltme imkanı tanımıyordu hiçbir zaman.
Lakin geçmişi düzeltmenin bir yolu olmalıydı.
Çünkü bu, böyle devam edemezdi.
Kaybettiğim kendimi bulmam gerekiyordu. 
O kadar ben'in içinde doğru ben'e ulaşmam şarttı.
Yoksa sonum, hep hüsran olacaktı. 
Bu denli karmaşık duygu ve düşünceler arasında kendime gerçekleştirdiğim yolculuğa devam ettim.
Yürüdüm alabildiğince...
Tırmandım en sarp yokuşlarını içimin.
Kalbimin yamaçlarında duraksadım biraz ve nefes alıp verdim. 
Gözlerimi ufuklara diktim. 
Sonsuzluğun kalbine akar gibi...
Ve asla, dönüp de ardıma bakmadım hiç.
Çünkü anladım ki, düzeltilmesi gereken ardımda kalan geçmişim değil, önümde sonsuzluğa uzanan geleceğim imiş.
Yürümeye devam ettim alabildiğince ve beni doğru yoldan döndürebilecek olan tüm ben'leri geçmişin karanlık dehlizlerine hapsettim. 
Kendi varlığımın hiçliğinde, doğru olan tek ben'e doğru uzandım. 
Ve kendi iç dünyamın koordinatlarında, kendi coğrafyamın bilinmez noktalarına ulaştım. 
İç dünyamın her noktasında, şu fani dünyada bir hiç olmaktan öteye gitmeyen tek bir ben'e ulaştım.
İşte o, gerçek bendim. 
***
Şimdilerde ise bir zamanlar dalmış olduğum kabuslardan uyanıverdim. 
Ve bir daha uykuya dalmamak üzere, hakikatin meşakkatli yollarında, kendimle yolculuk yapmaya devam etmekteyim.  
Bu meşakkatli yolda, benimle yürümeye cesaretin varsa eğer, bu yazıyı okuyan kardeşim, bu sonsuz yolculukta seni de yanımda görmek isterim. 
Vesselam.