Kapı aniden çalmıştı. “Küt! Küt! Küt!” büyük bir güçle kırarcasına yerinden oynuyordu. Biraz daha zorlansa yerinden çıkacaktı. Ahşap kapının eski kilidi işlevini yitirmek üzereydi. Ben de dahil tüm ev halkı irkilmiş, yataktan fırlamıştı. Annem korkmayalım diye bize bir şeyler söylüyor, kendisinin korkusu da gözlerinden okunuyordu.
‘Kim o’ diye seslendi annem! Ve bir eli kapıda diğer eliyle ışığı açtı. Sarı ışıklı lamba loş bir aydınlık yaratmıştı, korkuyu daha çok beslercesine. Oysaki aydınlık; korkuları yenmeye, karanlığı alt etmeye yeminliydi ta eskilerden… Bir çelişki yaşamıştı. Çelişkilerinde korkuya yenilmiş, bizden taraf olan yüzünü tam tersine çevirmişti.
1980’li yılların üç beş yıl sonrası ve ilkokul yıllarımın anılarına tekabül eden bu olay, zihnimin silinmeyen kısmına yazılmıştı. Gecenin bu saatinde ki ses; karanlığın zifiri halinin içinden süzülerek, kapıyı aşıp içeri kulaklarımıza kadar geldi. Bu sesle birlikte, mecburiyetin karşılığı olarak kapıyı açmak üzere annem kapıya yöneldi. Açın; polis dedi biri. Bu tok bir erkek sesiydi. Renkli haliyle derme çatma görünmesede, işlevinde öyle olduğunu gösteren bu ahşap kapı ve eski kilidi, şimdi açılmasa üzerimize yıkılacak gibiydi. Yaşam alanlarımızı, sınırlarımızı koruyup güven vermesi gerekirken, tam tersi bir durumun içinde kalmış, içten içe bir mahçubiyet yaşamıştı!
Annem tedirginliği üzerinde, kim olduğu bilinmeyen birilerine, kapıyı yavaşça açtı. Görüntüleri pek iç açıcı değildi. Sanki sevgiden yoksun kalmıştı bakışları ve bu bakışları biz çocukları ürkütmeye yetti. Kapının yavaşça açılması belirsizliği azaltacak, korku dağılıp tuzla buz olacak ve kendini güven duygusuna bırakacak gibiydi. Sivil giyimli olan bu kişiler bizleri görünce korktuğumuzun bilinciyle kibar ve kısık bir sesle kapıdan anneme adres benzeri bir şeyler sordular… Annem de bilmediğini belirten cümleleriyle cevap verince, mahallede bizden daha eski zamanlarda gelip yerleşenlerin cevap verebilmesi umuduyla başka evlere sormak adına ayrıldılar. Mahallemiz müstakil evlerin, gecekonduların yer aldığı küçük bir yerleşke gibi görünsede herkesi tanımak ne mümkündü. Vardiyalı sistemle çalışan emekçi annemin komşulardan başkalarını tanıması ise olanaksızdı.
Birçok olayın yaşandığı, yaşatıldığı bu yıllar keyfiyetin hüküm sürdüğü zamanlardı. Kapıda şuyum buyum diyenlerin, söyledikleri olup olmadığı da meçhuldü. Annemin tedirginlik yaşaması gayet normaldi. Bu da evlatları için yaşadığı bir tedirginlikti. Şimdilerde örneği pek kalmamış olsa da kamuya ait birçok fabrika vardı. Annem bu fabrikalardan birinde işçi olarak çalışıyor, bizler için emeğini ortaya koyup ekmeğimizi çıkarıyordu. Bu ve benzeri durumlar aynı şekliyle olmasa da farklı halleriyle yaşanıyor ve bunlardan dolayı annem gece vardiyalarında daha tedirgindi, daha temkinli olmamızı öğütlüyordu. Kapıyı belirli saatten sonra kimseye açmayın diyordu. Güvenli bir ortam yoktu ve bunları yapmamızı istemesi önemliydi.
İki göz odalı evmizin bir odası mutfak, bir odası hem oturma salonu hem de gece uyumak içindi. Yer yatağında uyuyan bizlerin en küçüğü 7 en büyüğü 15 yaşlarındaydı. Bir kuşun yuvasını güvensiz görmesiyle yaşayacağı duyguları, ortamın ve kişilerin olumsuz yönlerinden kaynaklı olarak annem zaman zaman yaşıyordu. O kuşun yavruları, civcivleri olarak bunu bizlerde hissetmiştik.
Muhtelemelen anne hisleri dünyanın en güçlü hislerindendi. Durumları ve olayları yorumlamaları, öngörmeleri sadece onlara özgüydü. Kendini bir kenara bırakıp, yavruları için yaşamı sürdürmek tam da böyle bir şeydi. Hiçbir kapının veremeyeceği güveni o, çocuklarına verebilirdi…